Oğuz Esen Resmi Fan Clup İndir-Dinle 2011
Deyimler Sözlüğü L-M-N 112

Join the forum, it's quick and easy

Oğuz Esen Resmi Fan Clup İndir-Dinle 2011
Deyimler Sözlüğü L-M-N 112
Oğuz Esen Resmi Fan Clup İndir-Dinle 2011
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Deyimler Sözlüğü L-M-N

Aşağa gitmek

Sabit Deyimler Sözlüğü L-M-N

Mesaj tarafından Mc Zindan Ankara Style Çarş. Mayıs 12, 2010 9:57 pm

Laçka olmak: 1.
Herhangi bir iş gevşek ve düzensiz yürütülmek. 2. Mil ya da vida gibi
makine bölümleri eskiyip aşınarak işe yaramaz hâle gelmek."Bu vidalar
laçka olmuş, kol tutmuyor."

Lafa boğmak: Birinin söz söylemesine fırsat vermeyip meseleyi gereksiz ve boş sözlerle anlaşılmaz kılmak, gürültüye getirip uzatmak.

Laf (söz) altında kalmamak: Bir münakaşa sırasında söylenen her dokunaklı söze karşılık vermek, söz altında ezilmemek.

Laf (söz) aramızda:
"Söyleyeceğim sözleri başka biri duymasın, bilmesin, konuştuklarımız
aramızda kalsın" anlamında kullanılır."Laf aramızda, Ali yine öç
alacağım demeye başlamış."

Laf atmak:
1. Dokunaklı sözlerle sataşmak, uzaktan işittirmek. 2. Karşılıklı
söyleşmek, konuşmak. 3. Sözle sarkıntılık etmek."Laf atarak beni tahrik
etmeye çalışıyorlardı."


Lafa tutmak: Birini konuşarak, gereksiz meseleler anlatarak işinden
alıkoymak."Onu biraz lafa tutup oyalamaya başladılar."


Laf ebesi: Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese söz
yetiştiren, çok konuşan."Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!"
Laf etmek: 1. Konuşmak. 2. Bir şeyi dedikodu konusu yapmak."Akşam buluşalım da iki çift laf edelim."
Lafı (sözü) ağzına tıkamak: Birinin sözünü bitirmesine fırsat vermemek,
onu susmak zorunda bırakmak, konuşmasını önlemek."Ağzını açar açmaz
lafı ağzına tıkadılar adamcağızın."
Lafı (sözü) ağzında gevelemek: Söylemek istediğini açık olarak bir
türlü söyleyememek, şundan bundan bahsetmek."Beni görünce şaşırdı, lafı
ağzında gevelemeye başladı."
Lafı ağzında kalmak: Söyleyeceğini söylemeye zaman bulamamak, konuşmasını bitirememek.
Lafı (sözü) çevirmek: Konuşmasının sakıncalı bir biçim aldığını fark
edince söze başka bir yön vermek, başka konuya geçmek."Beni görünce
birden nasıl da sözü çevirdi."
Lafını (sözünü) etmek: Bir şey üzerinde konuşmak."Artık lafını etmeyin şu adamın!"
Lafını (sözünü) bilmek: Tutarlı ve mantıklı konuşmak, sakıncalı olmayan
ve birini kırmayan sözler söylemek, saygılı ve yerinde konuşmak."O
daima lafını bilir bir insan olmuştur."
Laf işitmek: Birisi tarafından paylanmak, azarlanmak,"Çabuk ol, senin yüzünden laf işiteceğiz öğretmenden."
Laf olsun diye: Rastgele, belli bir amaç gütmeden."Kızma canım, laf olsun diye söylemiştir o sözleri."
Laf (söz) taşımak: Aralarını açmak maksadıyla birinin bir kimse
hakkında söylediği hoş olmayan sözlerini o kimseye ulaştırmak, söz
getirip götürmek."O laf taşıyıcı adamdan uzak durmalısın."
Laf (söz) yetiştirmek: Bir söze karşılık vermekte gecikmemek, durmadan konuşmak.
Laf (söz) yok: "Kusursuz, eksiksiz, eleştirilecek bir yanı dahi yok"
anlamında kullanılır."Arkadaşıma laf yok, o mert mi mert biridir."
Lâhavle çekmek: Sıkıntıyı, öfkeyi gidermek, sabır telkin etmek için
"Lâhavle" ile başlayan duayıokumak. "Lâhavle çekmeden başka bir şey
yapamadım."
Lamı cimi yok: "Hiçbir bahane, itiraz, mazeret, duraksama, karşı gelme
yok" anlamında kullanılır."Lamı cimi yok, bu akşam bize geleceksiniz,
tamam mı?"
Lastikli söz: Değişik mânâlara gelen söz.
Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha sözün başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı ve kavrayışlı olmak.
Leke sürmek: Suç yüklemek, birinin onurunu sarsacak biçimde iftirada
bulunmak."Zorla kadıncağıza kara bir leke sürdüler, Allah`tan hiç
korkmadılar."
Leşini çıkarmak: Çok feci dövmek."Beş kişiydiler, adamın leşini çıkardılar."
Leşini sermek: Öldürmek."Ben de onun leşini sermezsem..."
Leyleğin yuvadan attığı yavru: Yakınlarından ilgi görmeyen, çevresinin uzaklaştırdığı kimse.
Lokma ağzında büyümek: Herhangi bir sebepten, acı ya da üzüntüden
dolayı lokmasını yutamamak, yiyememek."Ağzında lokmalar büyümeye
başladı, gözleri dolu dolu oldu."
Lokmasını saymak: Birinin ne kadar yediğine bakmak, çok yiyeceğinden korkmak.
Lök gibi oturmak: Bir yere bütün ağırlığıyla çökmek, oturup
kalmak."Sedire lök gibi oturunca gacur gucur sesler duyuldu."
Lügat paralamak: Anlaşılmaz, süslü, parlak, ağdalı, konuşma dilinde
geçmeyen kelimelerle konuşmak."Lügat paralamak hoşuna gitmeye
başlamıştı."
Lüpe konmak: Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.
-M-



Maaşa geçmek: Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak."Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar."
Madalyanın ters (öteki) yüzü: Olumlu bir olay, iş ya da durumun
düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü.
Madik atmak: Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek."Ona kolay kolay kimse madik atamaz."
Mahalle karısı: Kaba, terbiyesiz, görgüsüz, kavgacı kadın.
Mahalleyi ayağa kaldırmak: Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu
komşuyu rahatsız etmek, telâşlandırmak."Bağırıp durma öyle, mahalleyi
ayağa kaldıracaksın."
Mahkemelik olmak: Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye düşmek."Bu gidişle mahkemelik olacağız galiba."
Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse.
Mahşer gibi: Çok kalabalık."Meydan mahşer gibiydi."
Makaraları koyvermek: Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak,
uzun uzun gülmek."Yüzükoyun çamura düşen arkadaşını görünce makaraları
koy verdi."
Makas almak: Birinin yanağını orta parmakla gösterme parmağı arasında sıkmak.
Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.
Mal etmek: 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde kendisininmiş gibi
göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip
olmak."O tarlayı kendisine mal etmesine göz yummayacağım."
Malın gözü: 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi mal.
Mânâ çıkarmak: Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten
kendine göre bir anlam çıkarmak."Öyle alıngandı ki her sözümden bir
mânâ çıkarıyordu."
Mânâ vermek: Kendine göre bir yargıya varmak, yorumlamak."Senin bu davranışına bir mânâ veremiyorum."
Maneviyatı bozulmak: Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek,
kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek."Düşmanlar, toplumumuzun önce
maneviyatını bozdular."
Mantar gibi yerden bitmek: Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya
çıkmak."Adamlar mantar gibi yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı
sarıverdiler."
Maraza çıkarmak: Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol açmak.
Martaval atmak: İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan söylemek."Amma da martaval atıyordu adam."
Mart içeri pire dışarı: Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri
gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır.
Masal okumak: İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler
söylemek."Bana masal okuma, olayın gerçek yüzünü anlat."
Maskara olmak: Gülünç hâllere düşmek, alay konusu olmak."Kim düşmanının maskarası olmak ister?"
Maskesi düşmek: Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak."Nihayet
maskesi düştü, herkes onun ne mal olduğunu anlayacak."
Masrafa girmek: Çok para harcamak."Evi yaptılar ama çok da masrafa girdiler."
Masrafı çekmek: Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri
karşılamak."Yarınki gezide bütün masrafları Ahmet çekecekmiş."
Maşallahı var: Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak
için kullanılır."Adamın maşallahı var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi."
Maşası olmak: Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak
kullanılmak."İşverense işveren, onun maşası olamam ben!"
Mat etmek: 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı
söz söyleyemeyecek duruma getirmek."İleri sürdüğü kanıtlar ile
karşısındakileri kısa zamanda mat etti."
Matrak geçmek: Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek."İnsanlarla matrak geçmeye bayılıyorsun."
Maval okumak: Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler söylemek."Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!"
Mayası bozuk: Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık (kişi)."Şu mayası
bozuk adamın çenesini kapayın, sesini duymak istemiyorum."
Maymun iştahlı: Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini
beğenen."Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi."
Mekik dokumak: İki yer arasında durmadan gidip gelmek."Mağaza ile ev
arasında tam elli beş yıl mekik dokumuştu rahmetli."
Mendil açmak: Dilenmek.
Merak etmek: 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği taşımak."Merak
etmeye başladım, bu saate kadar gelmeliydiler."
Merhabası olmak: Birisiyle selâmlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı bulunmak.
Merhabayı kesmek: Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son vermek."Onunla merhabayı keseli epey zaman olmuştu."
Mesele çıkarmak: Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir
anlaşmazlığa sebep olacak bir durum oluşturmak."Haydi, bir mesele
çıkarmadan çekip gidin buradan."
Mesken tutmak: Yerleşmek."Yarim İstanbul`u mesken mi tuttun!"
Meteliğe kurşun atmak: Parasız pulsuz kalmak, hiç parası olmamak."Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya bugün..."
Metelik vermemek: Değer vermemek, umursamamak, aldırış etmemek."Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?"
Mevki sahibi olmak: Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada
bulunmak."Mevki sahibi olmak için yıllarca çalışıp durdu."
Meydana çıkmak: 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek,
olmak."Korkak herif meydana çık da yüzünü görelim."
Meydana gelmek: 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çıkmak."Olay akşam üzeri meydana geldi diyorlar."
Meydanı boş bulmak: Kendisine mâni olacak kimse bulunmadığı için aşırı
davranışlarda bulunmak, bir şeyden çekinmemek."Meydanı boş bulan
eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı."
Meydan okumak: Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve
çekinmediğini açıkça bildirmek."Bir an meydan okumayı içinden geçirdi,
sonra bundan vazgeçti."
Meydan vermemek: Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkân
ve zaman vermemek, engel olmak."Onların kavga etmesine sakın meydan
vermeyin çocuklar."
Mezhebi geniş: Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen,
kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe
meydan veren, geniş davranan.
Mezar kaçkını: Çok zayıf, bitkin, güçsüz düşmüş kişi.
Mırın kırın etmek: Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler
ileri sürüp nazlanmak."Mırın kırın etmeyi bırak da yak şu sobayı."
Mızıkçılık etmek: Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli
bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı olmamak.
Mide bulandırmak: 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2.
Kuşkulandırmak."Çekil çabuk karşımdan, midemi bulandırıyorsun!"
Midesi bulanmak: 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3.
Kuşkulanmak."Yaptığınız iş, mide bulandırıcı bir işti!"
Mideye oturmak: Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu vermesi.
Mihenk (taşı): Birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt.
Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli
bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında
saymak."Bu ata sözüne bir mim koy, dedi öğretmenim."
Minnet etmek: Boyun eğmek, yalvarmak."Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi biliyorsun değil mi?"
Moda olmak: Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir
olduğu için yapılır olmak."Saçları kısa kestirmek bu yıl moda oldu."
Modası geçmek: Yaygın olmaktan çıkmak, önemini yitirmek."Bu elbisenin modası geçti artık."
Mola vermek: Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın,
yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek."Yarım saat
sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetişebiliriz."
Muhallebi çocuğu: Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız,
narin kimse."Senin gibi muhallebi çocuklarıyla iş yapamam ben."
Mukabelede bulunmak: Karşılık vermek.
Mumla aramak: Çok istek ve özlemle aramak."O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız."
Mum (gibi) olmak: 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola
gelmek. 2. Razı olmak."Askerde onun da mum gibi olacağına eminim."
Muradına ermek: Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak."İnşallah muradına erersin kızım."
Mümkün mertebe: Olabildiğince, yapabildiği kadar."Zararınızı mümkün
mertebe karşılama yoluna gideceğimizden emin olun lütfen."
Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra.
Mürekkebi kurumadan bozmak: Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra bozmak.
Mürekkep yalamış: Az çok öğrenim görmüş, okuyup yazmış, belli bir
kültüre sahip olmuş kimse."Maval okumayı bırakın, biz de mürekkep
yalamışlardan sayılırız."
Mürüvvetini görmek (anne, baba için): 1. Özellikle evlâdının
evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının
sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak."Acaba çocuklarımın
mürüvvetini görecek miyim?"
Müslüman adam: Hak yemeyen, doğruluktan ayrılmayan, İslâm`ın emirlerine
uyan kimse."Müslüman adam, başı daima dik olan adamdır."
-N-



Na (nah) kafa: "Akılsız, düşüncesiz, kavrayışsız" anlamında alay yollu söylenir."Anlaması mümkün değil, na kafa!"
Nabza göre şerbet vermek: Birinin hoşuna gidecek, eğilimlerine cevap
verecek biçimde davranmak."Nabza göre şerbet vermeyi iyi biliyorsun."
Nabzını yoklamak: Eğilimini, niyetini, düşüncelerini, arzularını
anlamaya çalışmak."İşçilerin nabzını yoklayın da zam konusunu öyle
düşünelim."
Nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Hemen her işte kendi çıkarını düşünerek hareket etmek.
Nam almak: Tanınmak, ünü her yerde duyulmak.
Namus belâsı: Namusunu, şerefini, itibarını korumak için katlanılan
sıkıntılı durum, kabullenilen zarar ziyan."Namus belâsına az kaldı
canından oluyordu delikanlı."
Nane molla: 1. Dirençsiz, güçsüz kimse. 2. Çok sık hastalanan,
sağlıksız kimse. 3. Üşengeç, bir iş yapmaktan kaçınan."Ne nane molla
bir adamsın, kalk da biraz çalış."
Nara atmak: Yüksek bir sesle haykırmak, kabadayıca
bağırmak."Birahaneden çıkan sarhoşlar edepsizce nara atmaya başladılar."
Nato kafa nato mermer: "Söz anlamaz, söz dinlemez taş gibi kafa" anlamında kullanılır.
Naza çekmek: Kendini ağır satmak, bir isteği yerine getirmekte
yapmacıklı davranışlarla isteksiz gibi davranmak."Kendini naza çekmeye
bayılır bizim kız."
Nazı geçmek: İstediklerini yaptıracak kadar hatırı sayılır
olmak."Babası, kasabada oldukça nazı geçen bir insandı."
Ne akar ne kokar: Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için kullanılır.
Ne çare: Çaresi yok, elden bir şey gelmez."Ne çare ki onu durdurmamız mümkün değil."
Ne çıkar: 1. Ne zararı var? 2. Bir sonuç vermez. 3. Ne fayda, ne zarar
umulur."Biraz sert konuşmuşsam, ne çıkar bundan?"
Neden sonra: Bir süre geçince, her şey olup bittikten sonra, çok zaman sonra."Neden sonra babam da geldi."
Ne de olsa: Ne denli eksiği, kusuru olursa olsun; böyle olmakla birlikte.
Ne dese beğenirsin?: "Nasıl, beklenmeyen bir söz söyledi biliyor musun?" anlamında kullanılır.
Ne fayda: Artık neye yarar.
Nefes aldırmamak: Dinlenmesine fırsat vermemek, sıkıştırmak, rahat
bırakmamak."Nefes aldırmadı bize, sabaha kadar çalıştırdı."
Nefesi kesilmek (tıkanmak): Güç soluk alacak duruma gelmek veya soluğu
büsbütün durmak."Bir yumrukta nefesini kesti adamın."
Nefes nefese gelmek: Koşarak, sık sık soluyarak, heyecanlı ve yorulmuş
bir şekilde (gelmek)."Kapıdan içeri nefes nefese girdi."
Nefes tüketmek: Bir şeyi anlatmaktan çok yorulmak."Boşuna nefes tüketiyorsun, baksana anlamıyor."
Nefsine yedirememek: Kendine yakıştıramamak, o şeyi yapmayı kendisi
için onur kırıcı, ağır bulmak."İki yüzlülüğü bir türlü nefsine
yediremiyordu."
Nefsini körletmek: Birtakım yollarla iştah duygusunu dindirmek."Nefsini körletmeden iyi bir kul olamazsın."
Ne güne duruyor?: "Şimdi yapmazsa, ne zaman yapacak" anlamında
kullanılır."Gitsin istesin kızı, daha ne güne duruyor?"
Nefsini yenmek: Arzularının, ihtiraslarının önüne geçebilmek.
Ne günlere kaldık!: "Eskiden daha iyiydi, zaman değişti, düzen ve
usuller başkalaştı, çok kötü günler geçiriyoruz" anlamında kullanılır.
Ne hâli varsa görsün!: Uyarılara, öğütlere kulak asmayan insanlar için
"ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmiyor" anlamında kullanılır.
Ne idiği belirsiz: Ne olduğu, niteliği, soyu sopu, nereli olduğu
bilinmeyen."Ne idiği belirsiz bir yığın insan hükümette yer almış."
Ne mal olduğunu anlamak: Asıl niteliğini, işe yaramaz oluşunu, kötü
niyet beslediğini anlamak."Onun ne mal olduğunu şimdi anlarız."
Ne mene: Ne türlü, nasıl, ne çeşit?
Ne od var ne ocak: Aşırı yoksulluğu, geçim darlığını anlatmak için kullanılır.
Ne oldum delisi olmak: Beklemediği bir duruma yükselip şımarmak,
ölçüsüz hareketler yapmak."Dikkat et, ne oldum delisi olan insanlar
gibi olma."
Ne olur: "Yalvarırım, rica ederim, lütfen" anlamında kullanılır."Ne olur beni de götürün köye!"
Ne olur ne olmaz: Her ihtimale karşı, ne olacağı belli değil."Şemsiyeni
al, ne olur ne olmaz, yağmura yakalanabilirsin."
Ne pahasına olursa olsun: Her türlü sıkıntı ve tehlikeyi göze alarak,
ne kadar büyük fedakârlık isterse istesin."Ne pahasına olursa olsun ben
bu işi bitireceğim."
Nerede akşam orada sabah: "Gece kalacağı bir yeri yok, neresi rast
gelirse orada kalıp yatar" anlamında kullanılır.
Nereden nereye: 1. Uzak, dolaylı bir ilişki ile. 2. Şaşılacak şey,
olacak gibi değil!"Nereden nereye, kim derdi ki biz karşılaşacağız!"
Ne şiş yansın ne kebap: "İki taraf da korunsun, gücendirilmesin,
ikisinin de zarar görmeyeceği bir yol bulunsun" anlamında kullanılır.
Ne tadı var ne tuzu: Hoşa gidecek, zevk alınacak, beğenilecek bir şey değil."Ne tadı var ne tuzu yaptığım işin."
Nevri dönmek: Çok öfkelenmek, sinirlenip kızmak ve bu sebeple rengi
değişmek."Saygısızca konuşmaya başlayınca nevri döndü, öfkeyle elini
kaldırdı."
Ne yardan geçer ne serden: İstediği şey fedakârlığı gerektirdiği hâlde,
fedakârlığa yanaşmayan ama istediğinden de vazgeçmeyen kimseler için
kullanılır.
Ne yer ne yedirir: Kimsenin yararlanmasını istemez, kendi de yararlanmaz.
Neye uğradığını bilememek: Beklenmedik bir durumla karşılaşıp hiçbir
şey yapamamak, şaşırıp kalmak."Ocak birden alev alınca neye uğradığını
bilemedi."
Niyet etmek: Bir şeyi yapmayı zihninde tasarlamak, düşünmek."Ona hediye almaya niyet etmişti."
Niyeti bozuk: Kötü bir davranışta bulunması beklenen, kötülük düşündüğü
sezilen."Niyeti bozuk bunların, sakın ilişmeyin."
Noktası noktasına: Tastamam, eksiksiz, tamamen, birbiriyle tıpatıp
aynı."Noktası noktasına hatırlıyorum o kavgayı."
Not düşmek: Yazılı metnin bulunduğu sayfanın bir köşesine, konuyla ilgili birkaç cümle yazmak.
Notunu vermek: Kıymetini tespit etmek, ne nitelikte bir kişi olduğu
konusunda kanıya varmak."Hâlâ notunu veremedin mi o adamın?"
Nuh der peygamber demez: Son derece inatçıdır, düşüncelerini bir türlü
değiştirmez, söylediklerinde ve inançlarında direnir.
Nuh Nebi`den kalma: Çok eski modası geçmiş, köhnemiş (eşya, bina)."Nuh Nebi`den kalma bir koltukta oturuyordu."
Numara yapmak: Bir hareketi yalandan yapmak, bir şeyi gerçekmiş gibi
söyleyerek karşısındakini aldatmak."Ona öyle bir numara yapacağım ki
şaşkına dönecek."
Nur topu: Gürbüz, sağlıklı, çok güzel ve temiz çocuklar için söylenir.
Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz olmak."Katili karşısında görünce nutku tutuldu."
Mc Zindan Ankara Style
Mc Zindan Ankara Style
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 3104
Aktiflik Puanı : 13215
Kayıt tarihi : 26/11/09
Yaş : 31
Nerden : ankara

http://www.amasyateknoloji.tk

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz