Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti
1 sayfadaki 1 sayfası
Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti
Medine’ye Hicretin Başlaması
Peygamber Efendimiz ile Medineli Müslümanlar arasında cereyan eden Akabe bîatları ve yapılan anlaşmalar Müslümanlar önünde yep yeni emniyetli bir saha açıyordu. İnançlarını burada serbestçe söyleyebilecek ibâdetlerini serbestçe ifa edebilecek dinlerini korkmadan ve çekinmeden yayabileceklerdi. Çünkü Medine’nin iki güçlü kabilesi olan Evs ve Hazreç onlara kucaklarını açmış
her hal u kârda kendilerini koruyacaklarına ve yardımlarını
esirgemeyeceklerine dâir vaadde bulunmuşlardı. İslâm güneşinin
Medine’de bütün haşmetiyle parlayacağı şimdiden gözüküyor gibiydi.
Müşrikler Müslümanların bu emniyetli yere göç edeceklerinden endişe duyarken Resûl-i Ekrem hızla İslâmlaşan bu yeni yurdun bir an evvel İslâm merkezi haline gelmesi için her türlü gayreti gösteriyordu.
Mekke’de oldukça nazik bir devre yaşanıyordu. Hz. Resûlullahın Medinelilerle anlaşma akdettiğini duyan müşrikler Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencelerini daha da arttırdılar. Mesele âdeta bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti.
Mekke’de hayat onlar için bir azab; içilen su teneffüs edilen hava sanki yakıcı bir ateş olmuştu.
Müslümanlar bu sıkıntılı ve acı durumlarını Peygamber Efendimize arzettiler ve hicret için izin istediler. Resûl-i Ekrem ilk önce kendisine böyle bir müsâadenin henüz verilmemiş olduğunu belirtti. Ancak bu açıklamasının üzerinden daha bir kaç gün geçmişti ki sevinç içinde hicret müsâadesinin verildiğini Müslümanlara şöyle bildirdi:
“Sizin hicret edeceğiniz yurdun
iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu bana gösterildi ve
bildirildi. Mekke’den ayrılmak isteyen oraya gitsin. Medineli Müslüman
kardeşleri ile birleşsin. Yüce Allah onları size kardeş yaptı ve Medine’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı.”1
Görüldüğü gibi Kureyşli müşriklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı İslâmı “yaşamak” ve “neşretmek” şartlarıyla hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ulaşınca Resûl-i Kibriyâ Efendimiz hicrete izin vermiştir.2 Hz. Âişe’nin “Mü’min dini için Allah’a veya Resûlüne hicret etmek zorunda idi. Zira dinini yaşamaktan menedilmesi korkusu vardı” sözü bu durumu ifâde eder.3
“Şu halde hicret bazı kereler yanlış olarak ifade edildiği gibi bir kaçış değil
bir arayıştır. Dinin tamamen yok edilme noktasına gelen tehdit ve
tehlikelerden kurtarılarak yaşatılmasına müsait vasatın aranmasıdır.
“Din kendisine gaye olarak fiilen yaşanmayı tesbit etmiştir. Bulunulan yerin şartları bu gâyenin tahakkukuna imkân vermeyecek duruma geldi ise oradan hicret etmek şarttır; dinen vecibedir vazifedir. Bu duruma düşen kimseleri hicret etmediği takdirde Kur’an-ı Kerim mâzur addetmiyor ve kesinlikle sorumlu tutuyor.4 Bunlar dinlerini yaşayabilecekleri uygun bir yer aramakla mükelleftirler.”5
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bu
müsâadeden sonra “dini yaşayıp neşredebilmek için müsâit yer arama
gayreti” olan hicret hareketini inceden inceye düşündü. Müslümanlara
hicret ederken ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbih
etti. Müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola
çıkmalarını tavsiye buyurdu.
Peygamber Efendimizin bu müsaâde ve tavsiyelerinden sonra Müslümanlar
bu hareketlerine engel olacak müşriklerin dikkatlerini çekmeyecek
şekilde birer ikişer veya küçük gruplar halinde Medine’nin yolunu
tuttular.
Herkesten önce Mekke’den Medine’ye hicret etmek üzere ayrılan Sahabî Ebû Seleme İbn-i Abdi’l-Esed idi.
İşin farkına varan Mekkeli müşrikler
görebildiklerini ve yakalayabildiklerini geri çeviriyorlardı. İslâm
dininden vazgeçirmek için her türlü çâreye başvuruyorlardı. Öyle ki
gerektiğinde kadınları kocalarından ayırıyor ve kocalarıyla beraber göç
etmelerine karşı çıkıyorlardı. Bazıları da hapsi boyluyordu. Fakat
dahilî bir harbin patlamasına sebebiyet verebilir diye kimseyi öldürme
cihetine gitmek istemiyorlardı. Bunun dışında akla hayâle gelecek her
türlü eziyet ve işkencelerle Müslümanları hicret etmekten vazgeçirmeye
çalışıyorlardı. Fakat Müslümanlar kat’i kararlarını vermişlerdi ve ne
pahasına olursa olsun Medine’ye göç edeceklerdi. Nitekim her engeli
aşarak hicretlerine devam ettiler.
Onlara nurlu ufuklar şimdiden gülümsüyordu. Baskı ve zulüm çemberinden kurtulup hür ufuklara doğru kanat açıyorlardı. Zaten Medine ve Medineliler de onları dört gözle bekliyorlardı.
Hz. Ömer’in hicreti
Sâir Müslümanlar gizli gizli hicret ederken Hz. Ömer kılıcını kuşandı. Yayını
oklarını ve mızrağını alıp Kâbe’ye gitti. Açıkça Kâbe’yi 7 sefer tavaf
etti. Orada bulunan müşrik ele başlarına cesaretle şöyle seslendi:
“İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul bırakmak anasını ağlatmak çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa şu vadide önüme çıksın!”1
Bu pervasızca seslenişten sonra yirmiye yakın Müslümanla gün ortasında Medine’nin yolunu tuttu. Müşriklerden hiç biri arkalarına düşme cesaretini gösteremedi.
Böylece bir kaç ay içinde Müslümanların büyük bir kısmı Medine’ye yerleşmek üzere Mekke’den ayrıldı. Geride Peygamber Efendimiz Hz. Ebû Bekir Hz. Ali ile yol tedâriki göremeyecek kadar yoksul olanlar yolculuk yapmaya takatı bulunmayanlar ve müşrikler tarafından hapsedilenler kaldı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz de hicret etmek niyetinde idi. Fakat bu hususta Cenab-ı Hakkın iznini bekliyordu. Hatta Hz. Ebû Bekir Medine’ye hicret etmek arzusunu izhar ettikçe “Sabret! Umulur ki Allah Teâla sana bir arkadaş ihsan eder” buyururdu.
Peygamber Efendimiz ile Medineli Müslümanlar arasında cereyan eden Akabe bîatları ve yapılan anlaşmalar Müslümanlar önünde yep yeni emniyetli bir saha açıyordu. İnançlarını burada serbestçe söyleyebilecek ibâdetlerini serbestçe ifa edebilecek dinlerini korkmadan ve çekinmeden yayabileceklerdi. Çünkü Medine’nin iki güçlü kabilesi olan Evs ve Hazreç onlara kucaklarını açmış
her hal u kârda kendilerini koruyacaklarına ve yardımlarını
esirgemeyeceklerine dâir vaadde bulunmuşlardı. İslâm güneşinin
Medine’de bütün haşmetiyle parlayacağı şimdiden gözüküyor gibiydi.
Müşrikler Müslümanların bu emniyetli yere göç edeceklerinden endişe duyarken Resûl-i Ekrem hızla İslâmlaşan bu yeni yurdun bir an evvel İslâm merkezi haline gelmesi için her türlü gayreti gösteriyordu.
Mekke’de oldukça nazik bir devre yaşanıyordu. Hz. Resûlullahın Medinelilerle anlaşma akdettiğini duyan müşrikler Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencelerini daha da arttırdılar. Mesele âdeta bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti.
Mekke’de hayat onlar için bir azab; içilen su teneffüs edilen hava sanki yakıcı bir ateş olmuştu.
Müslümanlar bu sıkıntılı ve acı durumlarını Peygamber Efendimize arzettiler ve hicret için izin istediler. Resûl-i Ekrem ilk önce kendisine böyle bir müsâadenin henüz verilmemiş olduğunu belirtti. Ancak bu açıklamasının üzerinden daha bir kaç gün geçmişti ki sevinç içinde hicret müsâadesinin verildiğini Müslümanlara şöyle bildirdi:
“Sizin hicret edeceğiniz yurdun
iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu bana gösterildi ve
bildirildi. Mekke’den ayrılmak isteyen oraya gitsin. Medineli Müslüman
kardeşleri ile birleşsin. Yüce Allah onları size kardeş yaptı ve Medine’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı.”1
Görüldüğü gibi Kureyşli müşriklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı İslâmı “yaşamak” ve “neşretmek” şartlarıyla hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ulaşınca Resûl-i Kibriyâ Efendimiz hicrete izin vermiştir.2 Hz. Âişe’nin “Mü’min dini için Allah’a veya Resûlüne hicret etmek zorunda idi. Zira dinini yaşamaktan menedilmesi korkusu vardı” sözü bu durumu ifâde eder.3
“Şu halde hicret bazı kereler yanlış olarak ifade edildiği gibi bir kaçış değil
bir arayıştır. Dinin tamamen yok edilme noktasına gelen tehdit ve
tehlikelerden kurtarılarak yaşatılmasına müsait vasatın aranmasıdır.
“Din kendisine gaye olarak fiilen yaşanmayı tesbit etmiştir. Bulunulan yerin şartları bu gâyenin tahakkukuna imkân vermeyecek duruma geldi ise oradan hicret etmek şarttır; dinen vecibedir vazifedir. Bu duruma düşen kimseleri hicret etmediği takdirde Kur’an-ı Kerim mâzur addetmiyor ve kesinlikle sorumlu tutuyor.4 Bunlar dinlerini yaşayabilecekleri uygun bir yer aramakla mükelleftirler.”5
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bu
müsâadeden sonra “dini yaşayıp neşredebilmek için müsâit yer arama
gayreti” olan hicret hareketini inceden inceye düşündü. Müslümanlara
hicret ederken ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbih
etti. Müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola
çıkmalarını tavsiye buyurdu.
Peygamber Efendimizin bu müsaâde ve tavsiyelerinden sonra Müslümanlar
bu hareketlerine engel olacak müşriklerin dikkatlerini çekmeyecek
şekilde birer ikişer veya küçük gruplar halinde Medine’nin yolunu
tuttular.
Herkesten önce Mekke’den Medine’ye hicret etmek üzere ayrılan Sahabî Ebû Seleme İbn-i Abdi’l-Esed idi.
İşin farkına varan Mekkeli müşrikler
görebildiklerini ve yakalayabildiklerini geri çeviriyorlardı. İslâm
dininden vazgeçirmek için her türlü çâreye başvuruyorlardı. Öyle ki
gerektiğinde kadınları kocalarından ayırıyor ve kocalarıyla beraber göç
etmelerine karşı çıkıyorlardı. Bazıları da hapsi boyluyordu. Fakat
dahilî bir harbin patlamasına sebebiyet verebilir diye kimseyi öldürme
cihetine gitmek istemiyorlardı. Bunun dışında akla hayâle gelecek her
türlü eziyet ve işkencelerle Müslümanları hicret etmekten vazgeçirmeye
çalışıyorlardı. Fakat Müslümanlar kat’i kararlarını vermişlerdi ve ne
pahasına olursa olsun Medine’ye göç edeceklerdi. Nitekim her engeli
aşarak hicretlerine devam ettiler.
Onlara nurlu ufuklar şimdiden gülümsüyordu. Baskı ve zulüm çemberinden kurtulup hür ufuklara doğru kanat açıyorlardı. Zaten Medine ve Medineliler de onları dört gözle bekliyorlardı.
Hz. Ömer’in hicreti
Sâir Müslümanlar gizli gizli hicret ederken Hz. Ömer kılıcını kuşandı. Yayını
oklarını ve mızrağını alıp Kâbe’ye gitti. Açıkça Kâbe’yi 7 sefer tavaf
etti. Orada bulunan müşrik ele başlarına cesaretle şöyle seslendi:
“İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul bırakmak anasını ağlatmak çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa şu vadide önüme çıksın!”1
Bu pervasızca seslenişten sonra yirmiye yakın Müslümanla gün ortasında Medine’nin yolunu tuttu. Müşriklerden hiç biri arkalarına düşme cesaretini gösteremedi.
Böylece bir kaç ay içinde Müslümanların büyük bir kısmı Medine’ye yerleşmek üzere Mekke’den ayrıldı. Geride Peygamber Efendimiz Hz. Ebû Bekir Hz. Ali ile yol tedâriki göremeyecek kadar yoksul olanlar yolculuk yapmaya takatı bulunmayanlar ve müşrikler tarafından hapsedilenler kaldı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz de hicret etmek niyetinde idi. Fakat bu hususta Cenab-ı Hakkın iznini bekliyordu. Hatta Hz. Ebû Bekir Medine’ye hicret etmek arzusunu izhar ettikçe “Sabret! Umulur ki Allah Teâla sana bir arkadaş ihsan eder” buyururdu.
Similar topics
» Peygamber Efendimizin Faziletleri
» Peygamber Efendimizin Irkı
» PEYGAMBER EFENDİMİZİN (S.A.V.) Mübarek İsimleri ve Anlamları
» O Peygamber Aşığıydı...
» Peygamber'de Ağlar
» Peygamber Efendimizin Irkı
» PEYGAMBER EFENDİMİZİN (S.A.V.) Mübarek İsimleri ve Anlamları
» O Peygamber Aşığıydı...
» Peygamber'de Ağlar
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz